16 Aralık 2009 Çarşamba

ERKEN DÖNEMDE İKİNCİ DİL ÖĞRETİMİ



“Dil bizden önceki nesillerle paylaştığımız bir kavramdır, içimizde zamanın ve mekanın ötesinde varolur” Françoise Dolto

Anadilimiz öncelikli olmak üzere, bir dili öğrenirken o dilde kullanılan sözcüklere anlamlar yüklemiş, başka mekanlarda yaşamış olan insanlarla bir ilişki içine gireriz. Bu durum, öğrenilen dilin ait olduğu kültüre ve toplumsal geçmişine dokunmaktır. Yaşanılan, bizler üzerinde bir iz bırakan tüm olaylar ve kültürel miras dil yoluyla nesilden nesile aktarılır.

Günümüzde anadilin yanında dünya üzerindeki çocukların büyük bir çoğunluğu birden fazla dil öğrenerek büyümektedir. Bir ülkeden diğerine göç, uluslararası ticaret, turizm, yurtdışında eğitim, farklı uluslardan gelen insanların evliliği gibi çeşitli nedenler iki veya çok dillilik durumunu yaygınlaştıran başlıca nedenlerdir.

Ülkemizde de anne-babalar iki veya çok dilliliğin bireylere sağladığı olanaklar nedeniyle çocuklarının anadillerinin dışında en az bir yabancı dil öğrenmelerini arzu etmektedirler. Çünkü, küreselleşmeyle birlikte sınırların kalkıp farklı kültürlerden insanların kaynaştığı çağımızda, yeni bir dil farklı bir kültüre açılan kapı olmanın yanı sıra kişiye çeşitli eğitim ve iş olanakları da sağlar.

Bilişsel gelişim alanlarında iki dilli çocukların kavram geliştirmede ve değerlendirme becerisinde tek dilli çocuklara göre üstün oldukları, daha kıvrak düşündükleri, kavram geliştirme becerilerine bağlı olarak gelişmiş yaratıcı düşünce, problem çözme ve analitik zekaya sahip oldukları ortaya konmuştur. Bununla birlikte, iki dilli çocukların daha gelişmiş iletişim becerilerine sahip olduklarına işaret eden araştırmalar da vardır. İki dilli olmanın akademik performansa etkileri de araştırılmış ve matematik, anadil ve sosyal alandaki tüm değerlendirmelerde iki dilli çocukların tek dilli çocuklara göre daha başarılı olduğu sonucuna varılmıştır. Davranışsal anlamda da, iki dilli çocukların farklı kültürlere saygı ve hoşgörü ile yaklaşma, benzerlikleri ve farklılıkları algılama ve kabul edebilme becerilerinin geliştiği görülmüştür.

İki dillilik; “dil edinimi” ve “dil öğrenimi”

İki dilli bireyler, çeviri yapabilen, bir dilden diğerine geçiş yapabilen, ara dil ve ara kültür yani her iki kültüründen birbirinden etkilendiği bir süreçten geçerler. İki dilli kişi iki tek dilli kişinin toplamı değildir. Kendine özgü bütünsel bir dil sistemi taşır, karşılıklı olarak her iki dil etkileşim içindedir.

İki dillilik (bilingualizm) başlıca iki farklı durumda meydana gelir. Bunlardan birincisi farklı milletlerden gelen anne-babaların evlenmesi veya çocukla farklı milletten bir bakıcının ilgilenmesi gibi iki dilliğin kaçınılmaz olduğu durumlarda çocuğun doğumundan itibaren iki farklı dili eş zamanlı öğrenmesidir. Çocuğun ortada bilinçli ve sistemli bir öğrenme olmadan her iki dili de eşit olarak duyma ve konuşma fırsatına sahip olduğu ve her iki dili de doğal bir yeti olarak öğrendiği duruma “dil edinimi” denir. İki farklı dilin konuşulduğu bir ailede, her iki dili de öğretmenin yolu anne-baba ve çocuk arasındaki günlük iletişimden geçer. Evde kullanılan dillerin “annenin dili” veya “babanın dili” şeklinde ayırt edilmesi hem çocuğu kiminle hangi dili konuşacağı konusunda aydınlatır, hem anne-babaya çocuklarıyla kendi anadillerinde daha rahat iletişim kurma imkanı verir, hem de çocuğun her iki dili kullanıp yetkinlik kazanmasını sağlar. Bu durumdaki anne-babalar çocuklarıyla iletişim kurarken tutarlı bir tutum takınmalı ve onlarla hep aynı dili konuşmaya özen göstermelidirler. Bu tutum iki dil konuşulan evlerde büyüyen çocukların her iki dili de öğrenip aynı yetkinlikte kullanabilmelerine yardımcı olur.

İkinci bir dili öğrenmek için ne “çok geç” ne “çok erken”…

İki veya çok dilliliğin ortaya çıktığı ve konuşmamızın odak noktası olan ikinci durum ise, kişilerin anadillerinden sonra çocukluk veya ileriki dönemlerde yeni bir dil öğrenmeleridir. “Dil öğrenimi” olarak tanımlanan bu durum ise kişinin ve dili öğreten kişinin/kişilerin istemli ve aktif uğraşısını gerektiren bir süreçtir.

Bütün bebekler dünyaya farklı dilleri öğrenmeye hazır olarak gelirler. Bunun nedeni farklı sesleri ayırt edebilme becerisine sahip olarak doğmalarıdır. Üstelik, bebeklerin ayırt edebildikleri sesler mutlaka ana dillerinde var olan sesler değildir. Örneğin, çok küçük bir bebek ana dilinde var olmasa da /u/ - /ü/ veya /d/ - /b/ gibi sesleri ayrıştırabilir. Fakat, bir süre sonra bebekler ana dillerinin repertuarında bulunmayan sesleri ayırt edebilme becerilerini kaybederler. Bu değişim dünya üzerinde değişik dillerin konuşulduğu bölgelerde doğmuş çocukların ilk başlarda benzer sesler çıkarıp bir süre sonra çevrelerinden duymadıkları sesleri kullanmayı bırakmalarıyla da göze çarpar. Yeni bir dil öğrenme sürecinde, kendi dilimizde var olmayan sesleri ayırt ve telaffuz etmenin ne kadar güç olduğunu çoğumuz deneyim edinmişizdir. Özellikle 1-5 yaş arası, ikinci dili anadilinin aksanını yansıtmadan kusursuz öğrenmek için ideal dönem olarak belirlenmiştir Buna bağlı olarak, ikinci dili erken çocukluk döneminde öğrenen çocukların, ortaokul ya da lisede öğrenen çocuklara göre daha iyi aksanla konuştukları doğrudur. Fakat bu noktada, ikinci dilin ne amaçla öğrenildiği ve ikinci bir dili konuşurken aksanın ne kadar önemli olduğunu değerlendirmek gerekir. Birçok durumda, ikinci dili öğreniminde amaç o dilde iletişim kurabilme ve bunun kişiye kattığı kültürel ve sosyal zenginliktir, aksan daha geri plandaki bir endişedir.

Yeni bir dili daha ileri yaşlarda öğrenen çocuklar ise, anadillerinde yer almayan sesleri çıkarmakta, kelimeleri doğru telaffuz etmekte ve vurgulamakta güçlük çekebilirler. Yanı sıra, küçük yaşta ikinci bir dili öğrenen çocuklar, daha ileriki yaşlarda ya da yetişkinlik döneminde ortaya çıkan yüksek standartlar ve daha sofistike sosyal durumlarla başa çıkmak zorunda kalmadıkları için daha avantajlıdırlar (dil ile ilgili yapılan hataların ergenlik ve yetişkinlikte utanç yaratması, eğitim ve iş ortamında zorunluluklar gibi). Fakat, küçük yaştaki çocuklar kendilerinden yaşça daha büyük çocuklara göre ikinci dili öğrenirken her konuda avantajlı değillerdir. Örneğin, ikinci dilin dilbilgisi kurallarını öğrenmek için de kendilerinden yaşça küçük çocuklardan daha iyi stratejilere sahiptirler. Dil edinimiyle ilgili farklı becerilerin gelişmesinde (aksan, morfoloji, söz dizimi gibi) farklı “hassas” dönemler vardır (bazıları 6 yaş, bazıları ergenlik). Çocukluk dönemi boyunca çocukların ikinci bir dili öğrenme becerileri değişir, fakat tamamen yok olmaz. Ancak, erken çocukluk döneminde anadil öğrenimi ile ikinci dil öğrenimi arasında çok uzun süre geçmemesi önerilir.

Erken dönemde iki dile de maruz kalma çocukta geç konuşmaya neden olmaz…

Genellikle, iki dil ile büyüyen ve geç konuşan çocuklarda geç konuşma iki dille büyüyor olmaya bağlanır. Fakat, erken dönemde ikinci bir dile maruz kalan çocuğun dil gelişimini geciktirdiğine (yani daha geç ya da daha az konuşma) dair bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Bu inancın yaygın olmasının nedeni dil gelişiminin her çocuk için farklı seyretmesidir ki binlerce çocuğun dil gelişimini takip eden araştırmalar da çocukların ilk kelimelerinin 8-16 ay gibi geniş bir zaman dilimine denk geldiğini ortaya koymuştur. Tek dilli ve iki dilli çocuklar yaklaşık olarak aynı zamanlarda babıldamaya, ilk sözcüklerini söylemeye ve 2-3 kelimelik cümlelerini oluşturmaya başladıkları saptanmıştır. Zaten, dünyanın pek çok yerinde iki dille büyüyüp herhangi bir dil gecikmesi ya da bozukluğu göstermeyen çocuklar da buna örnektir.

Erken yaşta ikinci bir dile maruz kalan bazı çocuklar o dile uyum sağlamaları daha kolay olurken, bazı çocukların uyum süreci isim zaman alır. Örneğin, ikinci dilini öğrenme sürecinde aylarca bu dilde tek bir kelime bile etmeyen çocuklarla karşılaşılabilir. “Sessiz dönem” olarak tanımlanan bu dönemde, çocuklar aslında yeni dile ait sesleri, ses kombinasyonlarını, dilbilgisi yapılarını ve yeni sözcükleri öğrenirler. Sessiz oldukları dönemde üretim görülmese de aktif olarak öğrenmektedirler. Unutmamak gerekir ki, her çocuk ve çevresi benzersizdir. Dolayısıyla, bu “sessiz dönemin” öncelikle gelişimsel ya da nörolojik herhangi bir problemden kaynaklanmadığına emin olmak ve bu süreçte vazgeçmeden ikinci dili çocuğa sunmaya devam etmek gerekir.

İkinci dilin öğretilmesinin sakıncalı olduğu durumlar…

Zihinsel engel ya da öğrenme güçlüğü olan çocuklarla ilk dile hakimiyet kazanmadan ikinci bir dil öğretilmesi önerilmez.

Zihinsel engeli, öğrenme güçlüğü veya anadilinde yeterli becerilere sahip olamama nedeniyle kendini ifade edemeyen çocuk konuşma ve iletişim kurma motivasyonunu kaybedebilir, özgüveni sarsılabilir ya da saldırgan davranışlar sergileyebilir. Erken çocukluk döneminde bir çocuk kendi anadilinde anlaşılır olarak isteklerini, duygu ve düşüncelerini ifade edebiliyor, soru sorabiliyorsa, ikinci dil öğretmeye çalışmanın olumsuz etkisi olmayacaktır. Bu dönemde, yeterli zihinsel kapasitesi olan ve yaşına uygun bir gelişim gösteren çocuğa ikinci bir dil öğrenme sürecinde, bu yeni dili duyabileceği ve üretebileceği zengin ve çeşitli fırsatlar sunuluyorsa ikinci bir dili erken dönemde sunmanın bir sakıncası bulunmamaktadır. Unutulmamalıdır ki, erken dönemde beynin dil öğrenmeye koyduğu hiçbir sınır yoktur.

Bu nedenle, çocuğun doğal ortamında öğrendiği ikinci dili anadili olarak konuşan bir kişi yoksa ve bir kurum ya da kişi bazında ikinci dil devreye girecekse, çocuğun genel gelişimindeki ve anadili üzerindeki yetkinliği anlamak adına makul bir süre beklemek (çocuktan çocuğa değişecek bir süre) gereklidir.

Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da, ikinci dil öğretimini sağlayan kurumun ya da kişinin sadece dil öğretme odaklı bir programı uyguluyor olmasının ve bu nedenle çocuktan talep edilenlerin yaşına göre daha basite indirgenmesinin zengin bir ikinci dil edinimi için uygun ortam olmadığıdır. İkinci dil öğretiminin yapıldığı ortamın çocuğun yaşının gerektirdiği becerileri uygulayabilmesi için fırsatlar veren, çok seçenekli zengin bir ortam olması gerekir.

Okul öncesinde uygun koşullarda verilecek yabancı dille öğretimin mutlaka ana dili ile karma bir program şeklinde dengelenmesi gerekmektedir. Her iki dilde de oluşturulan öğrenme ortamının tekrara, çocuğun ilgilerine ve öğretici ile etkileşimine dayandırılması önemlidir.

Pek çok anne-baba ikinci dil öğrenimi sırasında çocuklarını o dili ana dili olarak kullanan modellerle bir arada olmasını isterler. Şüphesiz, anne-babalar, bakıcılar ve o çevredeki diğer bireyler çocuğun (birinci ya da ikinci) dili öğrenme sürecinde önemli katkıları vardır. Fakat, ikinci dil öğrenimi sırasında (tıpkı ilk dilin ediniminde olduğu gibi) çocuğun sürekli olarak o dili mükemmel konuşan örneklere ihtiyacı yoktur. Çocukta dil gelişimiyle ilgili büyüleyici olan her ne kadar çevresindeki yetişkinler öğrenmek üzere olduğu dili mükemmel konuşmasalar ve sürekli aktif olarak çocuğa o dili öğretme çabası içinde olmasalar da, sonuç olarak çocuğun o dili öğrenmesidir. Anaokulunda öğrenilen ikinci dilin zaman zaman ikinci dille karıştığı, çabuk unutulduğu, tek ya da iki sözcüklü kalıp ifadelerin kullanıldığı görülür. Bu noktada altı çizilmesi gereken nokta, çocuğun ikinci dili öğrenme sürecinde birinci koşulun öğrenilen dilin anne-babanın ana dili olması değil, bu dili konuşan başka kişilerle aktif olarak “zengin, dinamik ve anlamlı” bir etkileşim içinde olmasıdır. Öğrenilen dilin kalıcı olması için bu şarttır.

Uzman Pedagog

Feriha Dildar

Kaynak için tıklayınız.












2 yorum:

  1. Bu konu benim için çok önemliydi, paylaştığın için tesekkur ederım :)

    YanıtlaSil
  2. Rica ederim.Yardımcı olmuşsam ne mutlu bana:))

    YanıtlaSil